22 Nisan 2009 Çarşamba

21 Nisan 2009 Salı

Can Dündar - Alıntı

Tanrı'nın Göktaşları


Önceki gece, kutsal katında sıkkındı Tanrı...

Dev aynasının karşısında oturmuş elindeki taşlarla oynuyordu.

Yine böyle sıkıntılı bir anında yarattığı insanoğlu, başlıbaşına sıkıntı vesilesi haline gelmişti.

Kulları aşağıda yoksul, yalnız ve mutsuzdu.

Acı çekiyor, kan döküyor, eziyor, öldürüyorlardı. Sevgiden ziyade nefret kusuyor, sevaba değil günaha sarılıyorlardı.

Şeytan, zulmün bayrağını dikmişti yerküreye...

"Bıktım" diye mırıldandı Kainatın efendisi, "...yoruldum asırlardır aynı filmi görmekten! Bilseniz kaç nesilde böyle kaç savaş, kaç yangın izledim ben."

Kederle avucunda çevirdiği taşları, yerküreye doğru attı.

Taşlar; karanlıkta alevli ışıklar saçarak süzüldü aşağı...

Aşağıda umutla pencerelere üşüştü Ademoğulları...

Kainatın ışıkla dansı başlamıştı.

Bu ışıltılı "yıldız yağmuru"na türlü çeşit manalar vehmettiler.

Toprağa yan yana uzanıp gözlerini gökyüzüne diktiler ve kayan her yıldız için ayrı dilek tuttular:

"Sevdiğime kavuşayım" dedi biri, "Yoksulluktan kurtulayım" diye yalvardı öteki...

Gökyüzünün "taş yağmuru"nu, yeryüzü "dilek yağmuru" ile yanıtladı sanki: "Acı çekmeyeyim", "Yalnız kalmayayım", "Mutsuz olmayayım."

Acı acı güldü Tanrı yukarıda...

"Ah kullarım" dedi, "Buradan ne kadar da zavallı görünüyorsunuz.
Göktaşları, gözyaşlarını dindirir mi sanıyorsunuz.
Bu mu onca asırda yaratabildiğiniz uygarlık?
Yağanın taş olduğunu biliyor, ama hala o taşlardan medet umuyorsunuz. Derdinizin davasını onlarda arıyorsunuz.
Oysa attığım taşlardan duvarlar ören sizsiniz. Birbirinin önüne setler çeken siz...
Alçakgönüllülük istedim sizlerden; gönülsüz davrandınız, geriye kala kala sadece alçaklık kaldı."

"Ah zavallı ümmetim" diye dertlendi Tanrı,

"Yıldızlara baktığınız kadar, birbirlerinize baksanız çok daha mutlu olacaksınız.
Benimle konuştuğunuz kadar birbirinizle konuşsanız, hiç de böyle yalnız kalmayacaksınız.
Gökyüzünde arayıp durduğunuz çareyi kendinizde, birbirinizde bulacaksınız.

Sonra efkarla dev aynasına çevirdi yüzünü... Yalnızlığını savmak için onunla dertleşmeye başladı:

"Onca kalabalıkta kendilerini yalnız sanıyorlar. Asıl ebedi yalnızlığa mahkum olan benim, bilmiyorlar" diye iç geçirdi.

Aynada kendini süzdü uzun uzadıya...

Sonra aşağıya baktı.

Yeryüzünde çaresiz gözbebeklerinden uçsuz bucaksız bir samanyolu vardı.

Milyonlarca çift göz, yalnızlığından kurtulmak için umutla kendisine çevrilmiş bakıyordu.

Aniden aynasını çevirip dünyaya tuttu.

Milyonlarca ışıltılı gözbebeği yansıdı göğün yüzünden...

İnsanlar, gökkubbenin aynasında kendi gözbebeklerinin ışığını görüp, takımyıldızı sandılar.

"Tanrım, bu ne mucizevi güzellik, keşke biz de yıldızların gibi ışıldayabilsek" diyerek hayran hayran dilek tutup duaya daldılar.

Bulutlandı Tanrı'nın yüzü...

Tuvalindeki resme kızan bir ressam gibi; çevirdi aynasını geri...

Söndü gökkubbenin ışıkları...

Sabah oldu.

Murathan Mungan - Alıntı

Kurşun sesi kadar hızlı geçer yaşamak;

Öyle zordur ki, kurşunu havada, sevgiyide yürekte tutmak! Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır.Hayatın, kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu. Durup, durup ardına bakan kadınlar vardır.

Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar. Herşeyi didikleyip duran, mazisinin gölgesinden, anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan, gözleri ufuk yorgunu kadınlar.Güçlü köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer, hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun. Zaman ilerledikçe bir çok şey, daha zor olmaya başlar.

Beklentisi yüksek olan

kadınların yanlızlığı daha koyu oluyor. Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar, bir daha iflah olmuyor, geçip gittiğiyle kalıyor. Zaman, aşk...herşey! Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahveden erkeler değil, ayrıntılardır. Erkekler erkekliklerinin tadını alabildiğine çıkartırken, kadınlar bu konuda da umutsuzdurlar. Çünkü kadınlık bekler.

Ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır.